Marksizm Hakkında 3 Şey

Leonid
4 min readJul 28, 2018

--

Bu yazıda Marksizm hakkında bilinmesi gereken birçok şeyden 3'ünü ele alacağım.

Esas meseleye geçmeden önce belirtmem gerekiyor; Marksizm, Marx’ın filozoflara yönelttiği “devrimci/değişimci olmadıkları” yönündeki eleştirisi ile somutlaşan “aksiyon odaklı, pratik ile anlam bulan; yani aktüeli virtüelinin ötesinde” bir ideolojidir(Ki Marksizmin ilerlemeci anlayışı da kendisini aşmayı hedefler). Marksist pratik biçimlerinin, teori ile bağdaştırılması, aksiyonerin kendi ürettiği bağlam bilinmeden tartışılmamalı. Bu nedenle benim değineceğim 3 şey bütün Marksist hareketlerin özünde taşıdığı değerler değil, doğrudan Marx’ın geliştirmeye çalıştığı meta anlatının çerçevesine dair 3 şeydir.

1- Marksizmin Ahlakı Yoktur

Marksizm, ahlaki bağlamı olan bir teori değildir. Marx kuramını geliştirirken, doğaya ve insan doğasına, dolayısı ile tarihe, bugüne ve geleceğe hakim olan temel kanunu ortaya koymaya odaklanmıştır. Bu kanun “iyi/kötü veya masum/suçlu” ayrımı yapmaz. Bilimsel bağlamda, “yer çekimi kanunu” gibi doğanın mutlak gerçeğini ortaya koymaya odaklanır. Nasıl ki “yer çekimine uymayanlar kötüdür, uyanlar iyidir” diyemiyorsak, Marx’ın ortaya koyduğunu düşündüğü kanuna uyan veya uymayan için de bunları söyleyemeyiz. Marksist retorik ile “ahlaksızlar” gibi bir yafta/kimlik bağdaşmaz. Başka bir açıdan Marx’ın kuramına dayanarak üretildiği iddia edilen teori veya pratiklerin deontolojik kritiği mümkün değildir. “Marksist olduğunu iddia eden birine bu yakışır mı?” gibi bir soru anlamlı değildir.

Marx “bilimsellik” iddiası ile Hegelyen diyalektiği çevirerek geliştirdiği materyalist diyalektik metod ile tarihi ve bugünü ele almış ve geleceğe dair öngörülerde bulunmuştur. Bu metod, diyalektiğin gereği olarak, ortaya “baş çelişkiyi” ve bu çelişki ile ilişkili “çelişkileri” ortaya koyar. Bilim, ahlakı ve ahlakın kaynağı olan idealist perspektifi kabul etmez, zorunlu olarak materyalisttir.

Konuyla bağlantılı olarak, bilimin ahlakiliği tartışmalarına Marx, tarihi süreç ilerledikçe bilim, insanların iyi ve kötü olarak ayırdıklarının ötesinde, ortak üretim araçlarının ve ortak yaşamın gereği olarak, sömürüyü ortadan kaldıracak ve yalnızca herkese yararlı olanın üretilmesini sağlayacaktır. Örneğin, “insanların birbirini yok etmesini sağlayan silahlar bilimin ve bilim adamlarının ürünüdür, öyle ise bilimin ahlaki olarak ele alınması gerekir” yönündeki bir tartışmaya Marx, “bilimin veya bilim adamlarının değil sermayenin genişleme/kâr etme probleminin bir sonucu olarak bilim adamları silah üretir, eğer sermaye ile emek arasındaki çelişki ereğine ulaşır ve proleter devrim ortaya konursa artık bilim adamlarının/mühendislerin silah üretmeleri gerekmeyecek çünkü buna ihtiyaç/talep olmayacaktır” şeklinde katılır.

2- Marksizme göre doğanın kanunu: “Sömürü İle Mücadeledir ”

Tarihi süreç iyi/kötü veya iyiler/kötüler olarak değil, materyalist diyalektik icabınca ortaya konan çelişki doğrultusundan “sömüren ve sömürülen” arası ilişkidir. Ve tarih “sömürü ile mücadele” nedeni ile ilerler.

Bu Hegel’in efendi/köle diyalektiği olarak ifade ettiği şeyin sömürü kavramı ile somut/materyalist bağlama oturtulmasıdır. İnsanlar arasında daima sınıflar, sınıflar arasında daima çelişkiler ve çelişkinin sonucunda daima sömürü vardır. İşte bu çelişkinin nihayetinde sömüren ile sömürülen arasında çatışma çıkacak ve hem sömüreni hem de sömürüleni içinde barındıran ve ikisini de ortadan kaldıran yeni bir düzen ortaya çıkacaktır/çıkmıştır.

Marx önce somut toplumu inceler ve soyutlayarak sınıfları ortaya koyduktan sonra bunları ekonomik ağın somut ilgilileri üzerinden tekrar somutlaştırır/yeniden üretir ve bunların birbirleri ile ve kendi aralarındaki ilişkisini “sömürü” üzerinden değerlendirir.

Sömürü, insanın, diğer insanları da kapsayan doğa ilişkilerinin her boyutunda araştırılması ve ortaya konması gereken esas husustur ve bütün toplamı etkileyen “baş çelişkiyi” yani sınıflar arası sömürüyü ortaya koymak gerekir.

Örneğin modern kapitalist dönemin baş çelişkisi “burjuva sermaye sınıfı” ile “proleter emek sınıfı” arasındaki çelişkidir. Sömüren sermaye sınıfıdır, sömürülen de proleter sınıftır.

Hegelin, Fransız İhtilali ve Napolyon’un etkisi ile, modern dönem “yasalarının” artık efendi ile köle arasındaki farkı ortadan kaldırdığını iddia ederek modern devleti mutlak erek olarak alkışlamasının aksine Marx sömürünün “ekonomik ilişkiler içerisinde çok daha derin boyutlarda” devam ettiğini, idealist perspektifin yanılgıya düştüğünü iddia eder. Marx’ın söyledikleri, ihtilal/terör ve Napolyon sürecini ele alan Nietzsche’nin “köle ahlakının iktidarı” söylemi ile de uyuşmaz, çünkü süreci bir sonraki aşamaya geçme adına gerekli ve olumlu bulur. Burjuva devrimler proleter sınıfın gelişmesinin önünü oluşturur ve tam kapitalist bir ülkede ancak proleter devrim sağlıklı bir şekilde cereyan eder.

3- Marksizmde Sermaye Sahipleri Şeytan Değildir

Marksizmin ahlaki bir bağlamı olmadığından sermaye sahipleri, burjuva kötü; emek sahipleri, proleterya da iyi değildir.

Engels, Nietzsche’nin “efendi ve köle ahlakı” söylemine paralel olarak kendi döneminde “aristokrat ahlak, burjuva ahlak ve proleter ahlak” ayrımına gitmiş ve her birini “faydasız” olarak ele almıştır.

Sermaye sahipleri kötü insanlar değildir. Yalnızca kötü insanlar sermaye sahibi olmaz. Yine sermaye ilişkileri sermaye sahipleri için de zararlıdır. Sermaye sahipleri, sermayelerini büyütmek, artı değeri ele geçirmek, kâr etme amacı ile hiç istemedikleri ilişkiler kurar ve mutlu değillerdir Marx’a göre.

Yine Marx, sermaye sahiplerinin özel mülklerine el koymayı önermez. Yalnızca üretim araçlarının ortaklaştırılması ve artı değeri oluşturan yegane unsur olan emeğe göre paylaşım olması gerektiğini iddia eder. Aksi taktirde sömürü, çelişki devam edecek ve sürekli mutsuzluk/isyanlar baş gösterecektir. Bu sancılı sürecin çabucak geçmesi için ise “devrim/aksiyon” gerekir. Ancak bu devrim/aksiyon sermaye sahiplerini değil hangi sınıftan olursa olsun devrime engel olmak isteyenleri pasifize etmeyi hedefler. Mühim olan var olan baş çelişkiyi kavrayıp, tarihin doğru tarafında yer almaktır. Bir sermaye sahibi, mülkünü devrim yolunda tüketip, devrime destek olabilir. Bu tarihin doğru tarafında yer almaktır.

Örneğin işçi bir erkeğin karısına şiddet uygulaması kendi içerisinde bir sömürüdür ancak baş çelişki ile yani sermayenin emeği sömürüsü ile bağlantılı bir sömürüdür. Şimdi bu örnek üzerinden ele alırsak, ne karısına şiddet uygulayan işçi erkek “kötü/şeytandır” ne de buna neden olduğu düşünülen patron “kötü/şeytandır”. Problem “sömürüdür”. Çözüm ise birilerini “kötü/şeytan” olarak konumlandırmak değil, sömürüyü ortadan kaldırmaktır. Aynı örnek üzerinden ilerlersek patron da mutlu değildir. Sermayesini geliştirmek ve artırmak, başka sermaye sahiplerine yem olmamak için diken üzerinde bir hayat yaşar, garip evlilikler, anlamı olmayan sosyal ilişkiler geliştirmek zorunda kalır. Çoğu zaman bundan kurtulmak ister(Ferrari’sini Satan Bilge hikayesi) ama kurtulamaz.

Sermaye sahiplerini ortadan kaldırınca problem çözülmeyeceği gibi; emek sahiplerinin var olan zenginliği ele geçirmesi ile de problem çözülmez.(Veya alkışlanıp, ödüllendirilmesi ile, refahlarının nisbi olarak artırılması ile de problem çözülmez. Günümüz sosyal politikaları bu şekilde çözmeye çalışır). Problemin çözümü sermaye ilişkilerinin ortadan kaldırılarak, üretim araçlarının ortaklaştırılmasıdır.

“Sınıf kini” ise, sömürünün ortaya çıkardığı mutlak öfkeyi vurgular. Tarih sömüren ve sömürülenler arası ilişkidir ve sömürülen sınıf mutlaka içinde bir sınıf kini barındırdığından devrime yönelir. Sömürü ile ilişki ili bir konsept olan “sınıf kini”, “ahlaksız zenginler, sizi öldürecez” gibi bir söylem üretmez, “sömürüyü ortadan kaldıracağız” der.

--

--